Andrée Putman 1925 yılında Paris’te doğmuş, kendi tanımıyla da “ilginç bir ailenin kızı”. Annesi piyanist, babası da yedi dil bilen, mesleği olmayan bir entelektüel olarak Fransa’nın neredeyse soylu sayılabilecek, yüksek burjuva sınıfının geleneği içinde bir sülalenin “kara koyun”u olarak kabul ediliyor. Kendisinin ise bu ailenin içinde daha da ileri düzeyde bir kara koyun olduğunu söylüyor. Henüz 10 yaşındayken annesini evdeki yaldızlı mobilyaları ve şaşaalı resimleri atarak yerine, aile çevresinin hayret dolu tepkilerine neden olan, Art Deco mobilyalar ve soyut sanat eserleri almaya ikna eder. Onun da annesi gibi müzik yeteneği vardır ve başarılı bir öğrenci olarak Paris konservatuarına devam etmektedir. Niyeti besteci olmaktır. Hocası Francis Poulenc onun yeteneğini över ama ancak her şeyi bırakıp on yıl kadar çalışırsa başarılı bir besteci olabileceğini söyleyince müzikle uğraşısını bırakır. Andrée Putman, Güneş gözlüğü tasarımlarından biriyle
Bu arada sanatçı çevresiyle dostluk kurar, yeni dostları arasında o dönemler henüz çok tanınmamış olan Samuel Beckett, Eugene Ionesco ve Niki de St. Phalle vardır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası önce bir moda dergisinde küçük işler kovalar, 1960’da da L’OEİL (Göz) tasarım dergisinde muhabirliği ve Le Cahier de Elle dergisinin dekorasyon sayfasını yazmaya başlar. Bir taraftan da tamamen amatörce arkadaş evlerinin dekorasyonuna yardım eder.
Sanat ve tasarımın demokratikleşmesi, daha iyi bir tanımla “güzel nesnelerin herkese ulaştırılması” fikrinin oluşması ise Denis Fayolle’in kurmuş olduğu ucuz market zinciri olan PRİSUNIC’e katılması ve bu şirketin ev aksesuarları, sofra ürünleri tasarlamasıyla gelişir. Bu mağazalar için, Alechinsky, Bram Van Velde, Niki Saint Phalle Massagier gibi dönemin genç sanatçılarını litografi serisi yapmaya ikna eder. İlk kez sanat eserleri ucuz bir şekilde geniş kitlelerin satın almasına sunulur.
60’lı yılların sonuna doğru Maïmé Arnodin ve Denise Fayolle’ün kurmuş oldukları MAFİA şirketine katılır. MAFİA 1968 kültür devrimi havasında Fransız stilini yaratan ve pazarlama danışmanlığı yapan bir kuruluştur.
1972 yılında Didier Grumbach ile birlikte “Créateur et Industriels” adlı mekânı kurarlar (Grumbach şimdi Haute Couture Federasyonu Başkanı). Bu grupta Issey Miyake, Jean Charles Castelbajac, Thierry Mugler gibi genç moda tasarımcıları tanıtılmaktadır. Böylelikle Putman, modern sanat, moda ve seri üretim arasında kurmayı arzu ettiği ilişkiyi de sağlayabilecektir.
Andree Putman bir taraftan da bit pazarlarını, eskicileri dolaşarak 20’li ve 30’lu yılların mobilyalarını toplamakta ve bunlarla evini ve daha sonra kuracağı bürosunu donatacaktır. Bu konuda kendisini överken bir zamanların modern tasarımcıları olarak bilinen ama unutulmuş olan Eileen Gray, Rene Herbst, Pierre Charreu, Mariano Fortuny, Robert Mallet Stevens gibi ustaların yapıtlarının tekrar hatırlanmasına katkıda bulunduğunu söylüyor ve “70’li yıllarda bu kişilerin adlarını sanat tarihçilerine bile harf harf yazdırmanız gerekiyordu” diyor.
Christofle için tasarladığı “Vertigo” koleksiyonundan kahve servisi.
Büronun duvarlarında soyut sanat örnekleri yer almakta, özellikle çok sevdiği soyut dışavurumculardan Bram van Velde’nin yapıtlarına yer verilmiş. Kendi tasarımı olan çalışma masasının üzerinde Max Ernst’in siyah mermerden yapılmış kaplumbağası, Fabergé marka altın sigara tabakası. Sigarasız bir Andree Putman düşünemiyorum. 1978 yılında “ECART INTERNATIONAL” adlı bürosunu kurar , Ecart sözcüğü apart, farklı olmak anlamına gelmektedir. Tasarım bürosu yalın sade bir mekan olarak daha çok bir laboratuarı andırmaktadır. Eski ustaların tasarımlarını bir küratör titizliği ile orijinal çizimlerine göre yenilemekte veya yeniden üreterek sergilemekte ve tasarım dünyasına tanıtmaktadır. Bir taraftan da kökü moderne dayalı yeni tasarımlara yer vermektedir. Sacha Ketoff, Paul Mathieu, Patrick Naggar gibi genç tasarımcılara ticari deneyimleriyle destek vermektedir. Adı gibi farklı ürün ve projelere imza atan bu tasarım bürosunda farklı disiplinlerden oluşmuş yaklaşık 20 kişilik bir takımla çalışmaktadır. “Biz yaratıcılığımızı sürdürmek istiyoruz, bu da ancak küçük bir çerçeve içinde kalmayı gerektiriyor” diyor.
Büro üç departman gibi çalışmaktadır, bir tanesi otel mağaza butik gibi kapsamlı büyük projelerden sorumlu, diğeri Eileen Gray gibi efsanevi tasarımcıların ürünlerini yeniden hayata geçiriyor, üçüncüsü ise Andrée Putman’ın kendi tasarımları olan parfüm şişesinden halıya kadar olan geniş bir ürün gurubunu geliştiriyor, bu gibi ürünler uluslararası lisansa ve üretim haklarıyla dünyanın değişik ülkelerinde üretilmekte.
Tüm moda akımlara karşı çıkan Andrée Putman, belki de bu nedenle 80’li yıllardan itibaren bütün dünyanın başvurduğu bir ‘trend setter’ (eğilim belirleyici) tasarımcı olarak kabul edilmektedir.
Kendisinden “Tasarımın Divası” diye bahsedilen Andrée Putman trend setter olmaktan şikâyetçi gibi: ”Artık özel konutların iç mimarisi ile ilgilenmiyorum, nedeni de artık kişilik diye bir şeyin kalmaması. Parası olup da kendi fikri olmayan kişilerle çalışmak korkunç. Bu nedenle Bordeaux’daki çağdaş sanat müzesi, New York’taki Morgans Oteli veya İsviçre’deki Corbusier Villası gibi genel kullanıma açık mekânlarla çalışmayı tercih ediyorum. Bu gibi yerlerde benden önce kimsenin cesaret etmediği değişik stilleri karıştırmakta özgürüm” diyor. Banyo, Morgans Oteli/ New York
1984 yılında Ian Schrager ve Steve Rubell , Putman’ın tasarlamış olduğu Morgans Oteli’ni açtıklarında ilk kez “Boutique Otel” kavramı ortaya çıkar. Putman’ın tasarladığı diğer oteller arasında Köln şehrindeki Wasserturm Oteli 1991 yılında Otel ve Restaurant kategorisinde Avrupa İçmimarlık Ödülünü alacaktır. Son yıllarda yapmış olduğu bir başka otel de Paris’teki Pershing Hall. İlk kez otel içmimarlık tasarımı için kendisine gelindiğinde çok şaşırdığını ve nedenini sorduğunda iş verenlerin cevabı çok kısa imiş: “Biz sizin mermer kullanmaksızın çok şık banyo mekanı tasarlayabileceğinizi biliyoruz”. New York’taki Morgans Oteli’nin siyah-beyaz fayanslı banyosu akla geldiğinde iş verenlerin ne kadar haklı olduğu anlaşılıyor.
Eğitim Bakanlığı , Paris 2002 Kendi kendini kopya etmekten korkan Putman, her projeye farklı yaklaştığı için gerçekten de bir “Putman Stili”nden bahsetmek zor belki ama yine de onun yapmış olduğu mekânlara girdiğinizde rahatlığı, yalınlığı, renk hatta renksizlik uyumu, ışığı ve ayrıntıdaki titizliği ile Putman’ı fark edebiliyorsunuz. Renk konusunda tercihi nötr renkler; griler, bejler, kırık beyaz, ve siyah. Bunun nedeni de renk kullanmayı çok sevdiği için kullandığı aksesuarların mekâna renk katması, ayrıca insanlar da üzerlerinde renk taşıdığı için mekânın renklerinin daha sakin olmasının gerekliliği. Kendisinin güçlü yönünü: “Kafamda depoladığım milyonlarca resmi yeniden bir araya getiriyorum. Yeni bir şey keşfetmiyorum. Bunu iddia eden biri varsa yalan söylüyor” olarak belirtirken biraz da diğer tasarımcıları iğneliyor galiba. “Günümüzde insanlar tasarımın esiri oldular. Onlar için önemli olan güzel bir mobilya değil, önemli olan tasarımcının adı.
Bir apartman dairesini sadece İKEA mobilyaları, biraz sıra dışı obje ve resimle donatıp insanların dikkati çekilebilir” diyen Andrée Putman’ın bazı mobilyalarının, örneğin bir yazı masasının 400 Euro civarında satıldığını düşünürsek bu düşüncesine çok da ters düştüğü söylenemez.
“Ben her zaman para ve kendini beğenmişlikle (arrogance) ilintili olarak ‘Lüks’ unsurundan nefret ettim. Biz çoğu zaman şıklıkla pahalılığı çağrıştırıyoruz. Benim için gerçek lüksün sadelikle ilişkisi var. Ben ‘çok fazla’ gibi algılanan veya ‘iyi zevk’ ile ilişkilendirilen tasarıma karşıyım. Stilin parayla ilgisi yok. Bu sadece özgürlük ve uyum (armoni) sorunu. Bir insanda önemli bulduğum kişisel gereksinmeler ve kendi kişiliğini nasıl ifade ettiği.”
“Ben her zaman, çocukluğumdan bu yana asi ruhumu geliştirdim. Her zaman odaları boşaltmak istedim. İyi zevkin ve seçkinciliğin (elitizmin) diktasını reddettim. Her zaman dekorasyon uğruna yapılan dekorasyondan kaçtım” diyerek kendi tarzını anlatıyor.
Aslında bir Putman Stili yerine Putman dilinden bahsedilebilir. 1997 yılında kendi adıyla kurmuş olduğu yeni bürosunda yoğunlukla mekân ve ışık üzerine çalışıyor. Onun için önemli olan ölçülü olma, doğallık ve ayrıntıların zarafeti. Yarattığı mekânlar zaman ötesi (timeless) , basit, tanıdık ve hiç bir zaman “trendy” değil. Seçtiği biçim ve renkler, malzeme seçimi ve üretim titizliğindeki temel karakter doğal ve sakin bir baştan çıkarıcılık. Putman’ın tasarım dilini malzeme ve biçimlere uyguladığı ölçülülük, açıklık, özlülük ve sadelik diye özetleyebiliriz.
Bu tasarım dilini bütün yapmış olduğu tasarımlarda izleyebiliriz, bir kaç tanesini saymak gerekirse başta büyük moda evlerinin mağazaları; Yves Saint Laurent, Thierry Mugler, Karl Lagerfeld, Azzedine Alaia bunlardan sadece bazıları. Cartier ve Ebel’in dükkanları, Air France Concorde’un iç mekanının yeniden tasarlanması, Fransanın eski Kültür Bakanı Jack Lange’ın ofisi. Yaşamını okurken bir başka konu da dikkatimi çekti, Andree Putman, Peter Greenaway’in “The Pillow Book” adlı filminin de set tasarımını yapmış. Görüldüğü gibi tasarımları çok geniş bir yelpazeyi oluşturuyor. Tasarlamayı arzu ettiği tek konu bir çocuk hastanesi imiş. Bütün bu mekân tasarımlarının bir özelliği kendisinin deyişiyle: ”İç mekânların güzel olması, orijinalliğinin fark edilmesi yerine içinde bulunmanın bize iyi bir duygu vermesidir.”
Tasarım dilinizi “minimalist” olarak özetleyebilir miyiz sorusuna verdiği cevap:”Minimalizmle ilgili çapraşık bir tutum var. Mesleğimin başlangıcında minimalizmle başladığım için (çok şükür) fazla eleştiremem. Ama günümüz içmimarlığında minimalizm bir karikatüre dönüştü. Çevremizde sıkça rastladığımız giyisi ve ayakkabı mağazalarının havası ,ambiyansı bazen buzdolabına girmişsiniz gibi bir soğukluk duygusu veriyor. Ben bir mekân yarattığımda hiç bir zaman tasarımı düşünmüyorum. Düşündüğüm, mekân ışık ve eksen, hatta tamamen asimetrik olan yerlerde bile. Her zaman odanın merkezini bulmaya yoğunlaşıyorum, ışığı süzmeye ve alanların esnekliği üzerine çalışıyorum”
Bu şekilde mekânda zihinsel ve görsel konfora ağırlık verirken hatta fiziki konforun önünde bir konuma getirmesini de bir başka söyleşide şöyle açıklıyor:” Benim için güzellik , nesne ve mekânların kullanım karakterinin üstünde derken kesinlikle ergonomiyi küçümsemiyorum. İçmimarlık tasarım konseptinde zaten her zaman fiziki rahatlık ağır bastığı için ben de sakin bir ortamın zihinsel rahatlığı sağladığını kendime hatırlatıyorum. Görsel içerik iyi olma duygusunu geçerli kılar. Doldurulmamış bir odadan yansıyan yoğun, insancıl ve yumuşak rahatlılığı, sıkça unutuyoruz. Benim için, insanın sakinleşebileceği ve abartılı sıcaklıkla anestezi edilmeksizin kendini iyi hissedebileceği bir alan haline getirmek çok heyecan verici. Bu noktada da ışığın rolü çok önemli.”
“İyi olma duygusu” çok sıkça kullandığı bir tanım. Hatta kendi adıyla ürettiği parfümü anlatırken bile insanlara bu duyguyu vereceğini ümit ettiğini söylüyor. Çocukluğunda bile sümbül ve lavanta gibi minik çiçekleri koparır karıştırır kendine koku yaparmış. Kokuyu anlatan tüm terimler hoşuma gidiyor, bileşenlerin ne olduğunu merak ederim. Benim bu parfümümün karışımını yapan Olivia Giacobetti hemen ne istediğimi anladı….Ben parfümün hafif ve taze olmasını istedim, kadınlar erkekler hatta çocuklar için bir parfüm. Şişesi bir “Objet trouvé” (sıradan laboratuar şişesi). Ben ona sadece üstünde imzam olan komik bir tıpa taktım. Kokusu gizlice ortaya çıkan basit bir armoni, gizli bir notun ıslak tazeliğine sahip. “Préparation parfumée” adını taşıyan bu kokunun doğal katkı maddelerinin sıra dışı kombinasyonu insana “iyi olma duygusu” veriyor. Ümit ederim ki bu koku, diğer tüm kreasyonlarımda var olan aynı gizlilik ve huzuru hatırlatır.
“Fountain” dolmakalem. Acme Studio için tasarlanmış.
tamamen arındırılmış, çoğu zaman kendini beğenmiş ve kendini bir şey sanan tasarım anlayışından uzak olan nesneleri beğeniyorum.”Andrée Putman meslektaşlarına sonsuz saygı duyduğunu ama tasarımcılarla ilgili medyanın tutumundan ötürü onlara star muamelesi yapıldığından da şikayetçi, “Onlara düşünürler, kaşifler hatta gurular gibi yaklaşılıyor. Bana göre tasarımcılar mekânlara ve nesnelere haz, ruh kısaca kalp atışı veren oldukça sıradan kişilerdir. Onlar her ne pahasına olursa olsun garip ve özgün olmaktan korkmayan insanlardır. Ben tasarım çabasından
Andrée Putman bütün bu mütevazılığı içinde yapmış olduğu projelerin mükemmel olduğunu iddia etmiyor. “Kişisel ilişkiler içinde mutluluk anları var, bunlar da mükemmel. Bunlar da maalesef fazla uzun sürmüyor. Tanrıya şükürler olsun sonsuz bir mükemmellik ölümcül olabilirdi.” sözleri de pek bahsetmek istemediği evliliğini akla getiriyor. Mesleği olmayan bir şık beyefendi, bir “dandy” olan Mösyö Putman ile olan evliliğinin felaket bir şekilde sona ermesi ve bu ayrılıktan sonra yapmış olduğu tek evi de kaybetmesi, Provence’ taki tatil evi...Bu evlilikten olan iki çocuğu Olivia ve Cyrille için “ensonunda benim gölgemden kurtulmayı başardılar” diyor. Kızı yazar ve genç sanatçıları destekliyor. Oğlunun da bir sanat galerisi varmış.
Paris te bir loftta tek başına yaşayan Putman gerçek bir işkolik dediklerinden, tatil yapmaya korkmasının nedeni ona gereksinme duyulduğunda ulaşılamaması imiş. Zaman zaman kendisiyle ilgili kuşkuya kapılmasının nedenini de “Bazen korkuyorum bazı şeyler beni eskisi kadar ilgilendirmiyor. Herkesin kendisine sorduğu doğru saati mi takıyorum veya doğru sandalyede mi oturuyorum. Sanki dünyanın en önemli konusu ‘stil’ miş gibi.” diye açıklıyor.
www.designboom.com/eng/interview/putman/html
Karl-Heinz Schaefer,“Ich habe Angst, mich selbst zukopieren” Brigitte 8/92. S.192-198